Dünyanın hemen her ülkesinde şehir meydanlarına büyük önem veriliyor. Tarih ve kültür değerlerinin yaşatıldığı turistik amaçlı bu meydanlar, o şehirde yaşayan insanların birlikte vakit geçirebilecekleri, kaynaşabilecekleri, dinlenip dertleşebilecekleri, sevinçlerini ve acılarını paylaşabilecekleri geniş alanlar olarak düşünülüyor. Doğrusu da budur. Meydanlar o insanlarla yaşıyor; insanlar da o meydanlarla nefes alıyor, hayat buluyor. Önemli olan insanın mutluluğu olduğu için insanlar da o meydanlarda mutluluğu tadıyor.
Avrupa kentlerinde meydanlar olağanüstü güzellikte düzenlenmiş. Roma’da, Madrit’te, Barselona’da, Prag’da ve bu şehirler gibi birçok yerde insanın her türlü ihtiyacına cevap veren ama sadece insan için düşünülmüş mükemmel meydanlar yapılmış yüzlerce yıl öncesinden. Her biri çok önemli işlevler üstlenmiş; ama en önemlisi tarihi önemleridir. Meydanların kuruluş amacı, sergilenen heykelleri, anıtları, mimari yapıları hatta zemin döşemeleriyle baştan ayağı tarih teneffüs ediliyor. Budapeşte’nin ‘Kahramanlar Meydanı’ tam anlamıyla açık müze gibi: Geniş bir meydan, tam orta bir yerde olağanüstü sanat değeri taşıyan bir anıt heykel ki bu heykelde Batı Hun Devlet adamlarından Arpat: atı, kılıcı, kıyafeti ve diğer komutanlarıyla çok çekici bir şekilde tasvir edilmiş. Heykelin önünde de ‘Şehitler Anıtı’ var. Budapeşte’yi ziyaret eden devlet büyükleri bu anıtın önünde saygı duruşunda bulunuyor ve çelenk koyuyor.
Avrupa’daki bu tarihi meydanlara benzemese de ülkemizde, tarihin en önemli hadiselerinin yaşandığı Erzurum’da da birkaç tane meydan var. Gürcükapı, Tebrizkapı meydanları gibi… Oysa bu alanlar meydan olmaktan çok yolun bir bölümü, caddenin başı veya sonu gibi algılanmaktadır. Bu nedenle meydan özelliği taşımıyorlar bu alanlar. Ümit ederiz belki ileride tam bir meydan hüviyetiyle düzenlenir, Erzurumlu’nun ihtiyaçlarına göre tanzim edilir inşallah. Bu açıdan Erzurum’da, tam anlamıyla olmasa da, meydan olarak ilk akla gelen yer ‘Havuz Başı’ meydanıdır.
Esasında, her tarafı tarih kokan Erzurum’da asıl meydan olması gereken yer ‘Yanık Dere’ bölgesidir. Burası bir şehitliktir. Belki de dünyada vahşetin yaşandığı ender yerlerden biridir. Bu şehitliğin, gerek Erzurum için gerek Türkiye ve gerekse Dünya tarihi için önemi çok büyük olduğundan, Tarihi ve kültürel değerlerin yaşanması ve yaşatılması bakımından bu bölge, dünyadaki emsalleri gibi çok amaçlı bir meydan olarak tasarlanabilir. Erzurum için önemlidir; çünkü, her şeyden önce bu alan Palandöken dağı gibi dünya coğrafyasının en önemli yerinde, kendine has yapısı ve anlamı olan dağın eteklerinde bulunuyor. Yüksek yaylanın ovaya açılan yamacındadır. Şehrin doğusunda, kan ve gözyaşının yüz yıldır hiç dinmediği ‘Aziziye Tabyaları’nın hemen batısındadır. Bölgede ismi cismi dahi bilinmeyen bu dere, bir zamanlar Palandöken’in buz gibi soğuk, temiz, saf, duru suyunu şehre ulaştırıyordu 1915 işgal yılları yaşanıncaya kadar. İsmine izafeten önemlidir; çünkü, çocukluğumuzun geçtiği yer buralar olduğu için, ilkokul yıllarında sevgili öğretmenlerimiz bizleri derenin bulunduğu yere götürüp: ”İşte burası Yanık Dere’dir.” demişlerdi; ve anlatmışlardı buranın neden Yanık Dere olduğunu; ama biz bir şey anlamamıştık o yıllar. Fakat içimde, hafızamda hep bir yanık dere kalmıştı ne olduğunu tam bilmeden. Oysa burada İşgal Yılları’nda tam bir katliam yaşandı: Ermeni askerler türlü bahanelerle şehirden topladıkları Erzurumlular’ı bu dereye getirip kurşunluyor, kimilerini sırt sırta bağlayıp kurşunla ya da süngüyle öldürüyor, bununla da yetinmeyip üzerlerine gaz dökerek yakıyorlar. Şehir teslim alındığında derede yanan insan cesetleriyle karşılaşılmıştı. Dile kolay, burada tam üç bin şehit yatmaktadır. Bu nedenle ‘Yanık Dere Şehitliği’, her Erzurumlu’nun kalbinin attığı yerdir, şehrin hafızasıdır. Hafızanın kaybedilmesi geçmişin kaybedilmesidir. Her daim diri tutulmalı buranın önemi genç ve gelecek nesillere aktarmak için. Genç nesillere ve tüm dünya insanlarına, unutulması mümkün olmayan bu hazin olayların aktarılması ancak, Yanık Dere bölgesinin anlamına uygun şehitlik meydanı yapılmasıyla sağlanabilir. Tüm insanlığa Erzurum’un hafızasında neler varsa anlatılmalı, açıklanmalı, görsel olarak seyrettirilmelidir. Çocuklar geçmişte neler yaşandığını bilmeli kin tutmadan yarınlara yürümelidir. Hiçbir millet geçmişini bilmeyen bir nesil yetiştirmek istemez. Batılı devletler ülkelerinin her yerine geçmişlerini anlatan sanat eserleri, anıtlar yerleştirmişlerdir.
1915 İşgal Yılları’nda Rus ve Ermeni zulmünün en vahşi sahnelerinin yaşandığı Yanık Dere Şehitliği bütün dünyanın görmeyi merak edeceği tarihi ve kültürel bir meydan haline mutlaka getirilmelidir; çünkü bu vahşeti hiçbir dünyalı insan duymadığı için bilmemektedir. Burada neler olduğundan haberleri bile yoktur. İşin en vahim yanı Erzurum’da yaşayıp da Yanık Dere’nin nerede olduğunu bilmeyen insanlar vardır. Şu halde önce kendi insanımıza Yanık Dere’nin önemi anlatılmalıdır. Bütün ilköğretim, lise ve üniversite öğrencilerinin bu şehitlik alanına ziyaretleri sağlanmalı, Fatihalar’la ecdat yâd edilmelidir. Ele aldığımız bu bölgenin tümü sit alanı ilan edilmeli; bölgedeki derme çatma evler, barakalar, kulübe görünümündeki iş yerleri kaldırılmalı; çevre düzenlemesi, yol, ulaşım, ağaçlandırma ve her karışında İşgal Yılları’nda yaşanan tüm acı olaylar birebir heykel ve rölyeflerle canlandırılmalı; yapılanlar birkaç dilde açıklanmalıdır. Türkiye’nin veya dünyanın en tanınmış mimarlarına yaptırılacak sanat değeri taşıyan anıt heykelle de Erzurum’da yapılacak tüm anma törenleri bu bölgeye kaydırılmalıdır. Anıt heykel, dünyada eşi benzeri görülmeyen bir anıt olmalı, masum insanların şehit edilişi vurgulanmalı, hüznü ve insanlık ayıbını yansıtmalıdır. Alan çalışması içinde mescitten müzeye, 3 bin masum Erzurumlu’nu katledilişini canlandıran heykellerden o yıllarda direniş gösteren atalarımızın heykellerine; çekilen tüm sıkıntıların anlatıldığı hikayelerden sokak çatışmalarına kadar her şey bu alanda anlatılarak izleyenlere unutulmaz bir tarih dersi verilmelidir.
Acısı, aradan yüz yıl geçmesin rağmen dinmeyen ‘Yanık Dere’ hakkında, Türk halk kültürünün, halk edebiyatının, halk türkülerinin ve halk sanatçılarının en yoğun yaşandığı Erzurum’da bugüne kadar bir ağıt, bir türkü yakılmamıştır! Neden yakılmadığını, neden şiirlerde, destanlarda, hikayelerde anlatılmadığını anlamış değilim! Ayıp bizim ayıbımızdır. Yanık Dere acısı film yapılmalı, ağıtlarla, türkülerle, şiirlerle anlatılmalıdır!
Herhalde Erzurumlu bu güne kadar, aynı acıyı tekrar yaşamak istemeyişinden olsa gerek türküsünde, ağıtında, şiirinde dile getirmemiştir Yanık Dere katliamlarını.
Mehmet Dağıstanlı
Comments