‘Köylü milletin efendisidir.’ Özdeyişi asil bir ağızdan çıkmış; uygarlığın hedef gösterildiği anlamlı bir sözdür.
Köylü milletin efendisi olduğuna göre köye ve köylüye sahip çıkılmalıdır. Dünya böyle yapmıştır ve gelişmiş dünya ülkeleri köylüsüne daha doğrusu üreticisine sahip çıkmıştır. Küçük bir araştırma yapıldığında bu örnekleri rahatlıkla görebiliriz. Almanya, Hollanda, Fransa’da, İspanya köylüye sahip çıkılan ülkelerdir.
Önemli olan Türkiye’mizde köylüye sahip çıkılmasıdır. Siyasi iktidarların ilk ve tek hedefi bu olmalıdır. Her siyasi partinin köylüye ve köye yönelik kalkınma politikaları vardır şüphesiz. Olmalıdır da. Bunları okuyoruz, duyuyoruz. Ancak ne hikmetse bütün uygulamalar kent insanına ve kentlere yapılıyor. Köy, yine bilindiği gibi Osmanlı’dan beri köy olarak kalmıştır her türlü sosyal imkanlardan yoksun olarak.
Niçin köyün ve köylünün bütün hayat şartları kent insanı gibi olmaz? Köyün imkanları niçin zenginleştirilmez? Köylüye her türlü sosyal imkan niçin sunulmaz? Köylü, şehirli insan gibi vergisini verir, oğlunu şehirdeki insandan önce askere gönderir; ama karşılığında köylü yerinde sayar. Sesi de çıkmaz. Yüzyıllardan beri bu böyle gelmiş böyle de gitmektedir.
Köylüye sahip çıkılmalıdır.
Günümüz dünyasında sanayinin, her türlü hayatı yok eden fabrikaların, kimyasal atıkların, nükleer santrallerin çevreyi yok ettiği gerçeği düşünülürse toprağa daha büyük yatırımlar yapmanın; tarıma, hayvancılığa önem vermenin; tarıma yönelik sanayi tesislerinin ve fabrikaların ön plana çıkması için mücadele vermenin siyasi partilerin olmazsa olmazı olmalıdır. Üstelik tarım, ziraat, hayvancılık, gübre, tohum ıslahı, hayvan ıslahı gibi sanayiye yönelik üretim tesisleri, Güç Birliği Eden Köyler’in hemen yanı başında kurulmalıdır.
Köy, tarım, ziraat, hayvancılık bakımından önemli olduğu kadar politik açıdan da önemlidir. Türkiye’nin siyasi yapılanması göz önüne alınırsa köyden gelecek oylar o partiyi iktidara taşıyabilir. Sosyal ve Siyaset Bilimciler buna: ’Siyasetçiler kırsala gereken önemi vermelidir.’ diyor. Geçmiş seçimlerde ‘Kırsal Kesimin’ seçimlerin kaderini ne kadar belirlediğini hep beraber görmüşüzdür. Bu bakımdan Partiler, özellikle seçim dönemlerinde kırsal kesimle ilgili düşüncelerini açık ve net bir şekilde belirlemelidir, duyurmalıdır.
Köylüden, boş sözlerle ya da iyi laf yaparak oy alınabilir. Dini bütün olan köylü seçmenin dini duygularını ön plana çıkararak da oy alınabilir. Ama bu temeli olmayan, yarını olmayan oy avcılığı hiçbir insani anlayışa sığmaz ve hakikatlerin su yüzüne çıkması ile de siyasi otorite, bir daha ayağa kalkamayacak tokatı yer ki siyasi geleceğini kendi elleriyle tarihe gömer. Oysa en güzeli, köylü vatandaşın dini duygularıyla oynamadan, siyasi oyunlar yapmadan açık seçik tüm gerçeği ve bilgiyi vatandaşın önüne sermektir.
Aslında köy kavramı kimi yabancı ülkelerde yoktur; ya da varsa bile Türkiye’deki anlamda değildir. Amerika’nın, Almanya’nın, Fransa’nın, İspanya’nın vb gibi ülkelerin köy yapılanması incelendiğinde görülecektir ki bu ülkelerde köy hayatı bizim kasaba hayalimizden de ileridir; çünkü bu ülkelerin köy anlayışı Türkiye’dekinden çok farklıdır. Her köyün her türlü sosyal imkanı vardır ve moderndir. Bizim köyleri bırakın kasabalarımıza göre çok gelişmiş, her türlü sosyal imkanları olan kasabalar inşa edilmiştir. Bu gerçeği gittik, kendi gözlerimizle gördük.
Bugüne kadar Türkiye’de bilim adamları köylerin yapılanmasına çok kafa yormuşlardır. Projeler geliştirmişlerdir. Makaleler yazmışlardır. Bildiğimiz iki tane çok önemli somut proje hazırlanmıştı. Bunlardan birincisi ‘Tarım Kentleri’, bir diğeri de ‘Köy Kentler’idi. Bunların hayata geçirilmemesi merak konusudur. Bir de bunların yanında asıl köy kalkınmasını yıllar önce hedefleyen ‘Köy Enstitüleri’ vardı ki, bu eğitim sistemi bu güne kadar mutlaka devam etmeliydi. Asıl mesele Türkiye’nin kalkınması olduğuna göre bütün akademik, bilim, teknik kadrolar her türlü politik ve art düşüncelerden sıyrılıp bu projeleri masaya yatırmalı ve devlet politikası anlayışıyla hayata geçirmeliydi; ya da yanlış yönleri varsa ıslah edilmeliydi.
Kalkınma, köye yönelik sanayi ile yapılmalıdır. Bir tarım ülkesi olan Türkiye köyüne ve köylüsüne önem vermelidir. Tarım ülkesi olmasına rağmen Türkiye çeşitli tarım ürünlerini, tarıma dayalı sanayisi olan ülkelerden alıyor. Bir tarım ülkesi olan Türkiye ise mevcut su kaynaklarını tarımda kullanacağına, imalatında en çok su tüketen otomobil lastiğine harcıyor. Yarın bu su kaynakları kurursa acaba nasıl lastik üretecekler? Türkiye tarım ürünlerini dışarıdan alıyor; çünkü köy ve köylüye yönelik politikası yanlış. Bugünkü köy hayatı değiştirilmediği sürece bu dışa bağımlılık gittikçe artacaktır.
Türkiye’nin köy yapılanması değişmelidir, değiştirilmelidir. Bu değişim ülkenin geleceği ile ilgili, nüfusunun modernleşmesiyle ilgili; mutlu huzurlu, geçim sıkıntısı içinde olmadan yaşayan, geleceğe güvenle bakabilen, insanların daha sağlıklı olmasıyla ilgili büyük bir proje olmalıdır.
Böyle bir düşünce vardır: Türk köyünü ve köylüsünü muasır milletler seviyesine çıkaracak bir düşünce vardır: ama zaman alan, maliyetli olan güç ama güçlü bir düşüncedir.
Bu düşünceyi savunan insan, siyasi parti veya siyasi otorite önce inanmalı, ikna olmalı, herkesi ikna etmelidir. Teknik analizler yapıldıktan sonra seçilmiş bir pilot bölgede, ilk çalışmalar sabırla uygulanabilir.
Proje, tamamı deprem kuşağında olan Türkiye’de öncelikle depreme en hassas bölgelerde uygulanmalıdır.
Düşünce şudur:
‘Türkiye’de köyler kaldırılmalıdır, köy yapılanmasına son verilmelidir.’
Evet, Türkiye’de binlerce yıldır var olan bugünkü köylerimizin varlığına, bu günkü köylülük düşüncesine ve köylümüzün bu günkü yaşantısına son verilmelidir.
Türkiye’de köyler bir an evvel kasaba seviyesine getirilmelidir. Köyler, kasaba görünümüne kavuşturulmalıdır. Yolu olan, meydanı olan; camisi, tiyatrosu, konferans salonu olan; oteli, lokantası, pastanesi olan kasaba planlarıyla; evi, Türk geleneklerine göre yapılmış, odaları ayrı, banyosu, tuvaleti, mutfağı olan; hayvanları için, temizlik ve sağlık şartlarına göre yapılmış ahırı, samanlığı olan barınakları ile o bölgenin tarihi ve turistik eserlerini ön plana çıkaran her türlü bilgi kaynaklarının ortaya çıkarıldığı kasabalar inşa edilmelidir. Çocuklarının her türlü eğitimlerinin yanında güzel sanatlara yönelik eğitimlerin verildiği, yabancı dillerin öğretildiği; bölgenin iklim, toprak, ihtiyaç yapısına göre meslek okullarının açıldığı modern kasabalar kurulmalıdır. Bölgenin çocuğu bu meslek okullarında okumalı, üniversite kapısında yığılmamalıdır. İsteyen öğrenci bilgi, görgü, becerileri doğrultusunda diğer üniversitelere de gidebilmelidir.
Her köy en azından bir kasaba seviyesine çıkarılmalıdır. En basitinden bir kasaba seviyesinde yeniden yapılandırılmalıdır. Kasabaya yapılan yatırım kadar, kasabaya sağlanan sosyal imkanlar kadar köylerin yaşantısı modernleştirilmelidir. Köylüye en az kasabadaki yaşantı kadar, şehirdeki insana götürülen hizmetler kadar yeni ve modern hizmetler götürülmelidir. Türkiye’deki neredeyse bütün köylerin sosyal imkanları yetersiz olduğu yahut olmadığı için köyde yaşayan insan bütün bir Cumhuriyet tarihi boyunca şehirler göç etti. Vatandaş bu düşüncede haklıdır; çünkü ona şehirdeki insana sunulan imkanlar sunulmamıştır. Köylüye, şehirdeki insana ne sunuluyorsa ona da sunulursa köyden şehre göç asla yaşanmaz. Aksine şehirden köye göç yaşanır. Başta İstanbul olmak üzere diğer büyük şehirlerde yaşamak orta sınıf aileler için neredeyse imkansızlaşmıştır. Her göç dalgası şehirde yeni bir çöküntüye neden olmaktadır. Ulaşım, konut, eğitim, sağlık, eğlence, dinlenme, tatil, kültür alışverişi, aile sağlığı, aile birliği büyük şehirlerde son derece sağlıksız sürdürülmektedir. İnsana hizmet götürelim derken insanı ve insanlığı kaybediyoruz. Dolaysıyla şehirler yavaş yavaş kaybolmaya başlıyor; şehir, kasaba, köy bir arada yeni bir kent anlayışı ortaya çıkıyor. Bu sağlıksız nüfus artışı şehirlerde insanlar arasında önlenemez bir hırsı da beraberinde getiriyor. O hırsa kapılan insan; ‘Ben daha fazla para kazanayım! Benim bir evim daha olmalı! Arabamı yenilemeliyim; daha lüksünü almalıyım!’ gibi ruhları köle yapan düşünceye kapılıyor ve o hırs insanı yiyip bitiriyor.
Köylerimiz, kasaba seviyesinde sosyal imkanlara kavuşturulduğunda aileler de bölünmeyecek; ailede göç düşüncesi değil, güç birliği olacaktır. Ailenin yarısı köyde yarısı şehirde yaşamayacaktır; çünkü köylü, ‘Benim her türlü imkanım köyümde var, niçin şehre göç edeyim?’ diyecektir.
Anadolu’nun hemen her yerinde asla ve asla bir insanın yaşayamayacağı şartlarda köyler oluşturulmuş ta yıllardan beri. Adına ev dedikleri ve asırlardır içinde yaşadıkları bir dağın bir tepenin dibinde mağara gibi yerlerde ya da taş ve toprak yığınlarının içerisinde, bir iki duvarı örülmüş diğer duvarları tepenin içinde kalmış, tek penceresi olan ya da olmayan karanlık, izbe yerlerde yaşayan, bütün dünya nimetlerinden uzak, adına köy dedikleri üç beş haneli, bırakınız insanı, hayvanların dahi yaşamasına uygun olmayan yerlerde yaşayan Türk insanı böyle yerlerden kurtarılmalıdır. Kimi köylerde evler ‘ev’ görümündedir; ama bu evlerin de yatak odaları, mutfak, oturma odaları iç içedir. Kimisinde tuvalet evin dışındadır. Banyo sağlıksızdır. Yer, tavan, duvarlar derme çatmadır. Böyle bir mekanda asla bir insan yaşatılmamalıdır. Böyle bir köy anlayışı Türk coğrafyasından çıkarılmalıdır. Bu şartlarda yetişen insanın sağlıklı olması, sağlıklı düşünmesi mümkün değildir. Türkiye’nin bir yöneticisi vatandaşlarının, bu olumsuz şartlar altında yaşamasını ve yetişmesini nasıl kabul edebilir? Türkiye’yi yönetmek için yola çıkan siyasi partiler, bu sefaleti kökünden kazmak için nasıl olur da projeler üretmez ya da nasıl olur bu eşitsizliği görmezden gelebilir? Yoksa var da biz mi bilmiyoruz?
Türkiye’nin muhtarlığı olan dağınık, hiçbir alt yapısı olmayan 35 bin köyü, her şeyden uzak binlerce mezrası vardır. Bu köylerin büyük bir çoğunluğu, mezraların tümü birbirlerinden kopuk, habersiz, iletişimsiz yaşamaktadır. Eğitimleri asla ve asla şehirlerle kıyaslanamaz. Sağlık hizmetleri içler acısıdır.
Türkiye, bugünkü olumsuz şartlardaki köylerden ve insanların hayatını çileye dönüştüren bugünkü köy hayatından mutlaka kurtarılmalıdır. Köydeki yaşantı ile kentteki yaşantı arasında kıyaslanamayacak derecede olumsuz farklılıklar vardır, eşitsizlik vardır, adaletsizlik vardır. Şu anda on binlerce köyde bu eşitsizliğin, adaletsizliğin var olduğunu, yaşandığını anlatmak için şu satırlara örnek vermeye bile gerek yoktur. Kentte yaşayan insanlarımıza sunulan her türlü sosyal imkanlar, köyde yaşayan insanlara da sunulmalıdır. Bu Türkiye’nin en büyük hedefi olmalıdır. İktidarlar, devlet kurumları, devletin bizatihi kendisinin hedefi bu olmalıdır. İnsanlara sunulan imkanlarda ayırım olmamalıdır. Bu insani bir görevdir. Kanunlar da bunu istiyor, yaratılış gayesi de budur. Hangi insani düşünce, hangi kanun ve hangi din insanlara sunulan sosyal imkanlardan yolu, suyu, elektriği, eğitimi, sağlık hizmetlerini; konut ve hayvan barınaklarını; eğlence, dinlenme, tatil ve gezi gibi insani ihtiyaçların insanlara sunulurken ayrım yapılmasını ister. İstemez tabi. Bütün vatandaşların yararlanılması istenir. Öyle ise bütün vatandaşların her türlü sosyal imkanlardan yararlanabilmesi için ülke şartları seferber edilmelidir. ‘Köy sayısı fazla, köyde yaşayan insan sayısı çok kabarık olduğu için böyle bir sosyal proje gerçekleşemez,’ denilebilir. Bu da doğrudur. Ancak köy sayısı yaklaşık 35 bin olursa elbette gerçekleşmesi mümkün olmaz. Batılı ülkelerin köylerinde yaşayan insanlarla kentlerinde yaşayan insanlarına sunduğu sosyal imkanların aynı olmasının kökeninde bu yatıyor: Yani köy sayıları bizdeki kadar fazla olmadığı için ve çok iyi bir örgütlenme olduğu için sosyal hizmetler her iki kesime de aynı yansıtılmaktadır. Bu nedenle de batıda bizdeki anlayışta köy yoktur. Batıdaki köy anlayışı bizdeki kasaba imkanlarından kat kat üstündür.
Yapılan etütlerde, edinilen köy haritalarında, bizzat yaptığım saha çalışmalarında şu gerçek ortaya çıkmıştır: Her şeyden önce Türkiye, tam olarak kaç köyü var, bunu bilmiyor. Devlet İstatistik Enstitüsü verileri 34 bin 600 köy var derken, İçişleri Bakanlığı 35 bin 200 köy var diyor. İki veri arasında fark fazla olmamasına rağmen ülkede köy sayısı tam belli değil. Kendi köy sayısını bilmeyen bir devletimiz var. Tahmini rakam 35 bin denilebilir. Bu gerçek şu anlama da gelebilir: Türkiye'nin nüfusu 31 Aralık 2017 tarihi itibariyle 80 milyon 810 bin 525 kişidir. Yine Devlet İstatistik Enstitüsü verilerine göre, ülke nüfusunun % 76.3'ü il ve ilçe merkezlerinde, % 23.7'si ise belde ve köylerde yaşamaktadır. Yani 35 bin köyde yaklaşık 15 bin insanımız yaşamaktadır. Böyle bir coğrafi yapıya göre birbirinden ayrı 35 bin köy için böyle bir proje hayali olabilir. Ancak hangi şartlarda düşünülürse düşünülsün sayısı fazla olan köyler, en az dört tanesi bir köy etrafında birleştirildiğinde, belki bazı yerlerde üç köy, bazı bölgelerde altı, yedi köy birleştirildiğinde yaklaşık 8 bin kasaba ortaya çıkacaktır. Dört köye ayrı ayrı yapılacak hizmet yerine kasaba olan bir köye hizmet götürmek maliyeti daha da azaltacaktır. 8 bin yeni yerleşim yerine hizmet götürmek, 35 bin köye hizmet götürmekten daha kolay ve daha az masraflı olacaktır. En az dört tanesi birleştirilen köylerdeki köylülerin toprakları yine kendilerine ait olacaktır. Yine eskisi gibi ekip biçecektir. Aşağıdaki tabloda sadece Erzurum’a bağlı Pasinler İlçesinin 6 köyü örnek alınmıştır. Bu tablonun aşağı yukarı benzerleri tüm Anadolu’da ve Trakya’da mevcuttur. Aşağıda örnekleri görülen köyleri ben bizzat inceledim. Köyler arasında on, bilemediniz on beş dakikalık mesafeler vardır. Hepsine ayrı okul, ayrı cami, ayrı sağlık hizmetleri ve diğer hizmetler götürmek zorundasınız. Bu örnekte ortak kasaba, Büyükdere Köyü’dür. Bu köy daha kapsamlı görünmektedir. Ancak köylülerin vereceği kararla başka bir merkez de kasaba olarak inşa edilebilir. Hangi köy kasaba olarak alınırsa alınsın yukarıdaki hizmetler, altı ayrı yere yapılacağına bir merkeze yapılacaktır. Bu daha tutarlı, daha akıllıca bir şehircilik, bir devlet anlayışı olmaz mı?
ÖRNEK TABLO
Erzurum’a bağlı Pasinler İlçesinin 6 köyünün birbirine yakınlığı
Bu plan çerçevesinde toprağı olmayan köylüye isterse toprak verilebilir. Hem insana yapılan hizmetin maliyeti olmaz. Hizmet götürülen o kasabalardan yeni yetişen pırıl pırıl insanlar Türkiye’nin kaderini değiştirecektir. Bu insanlar herhangi bir kıskançlık duygusuyla yetişmeden, haset beslemeden ya da ülkesine düşmanlık beslemeden yetişecekler iş sahibi olacaklar, evlenip aile kuracaklar ve ülkeyi yönetecekler. Böyle bir hayalin maliyeti pahalıdır, denilebilir mi? Bu bir idealdir; bu bir kızılelma’dır; bu bir varılması istenen hedeftir; bu bir Türk insanına duyulan saygının ifadesi olan çabadır. Bu gerçekleşmesi kolay olan bir proje değildir. Şüphesiz ki böyle bir proje on yılda yirmi yılda gerçekleşmeyebilir. Ancak Türk köylüsü refaha, mutluluğa, çağdaş insanın kavuştuğu imkanlara kavuştukça harcanan paranın hiçbir önemi kalmayacaktır.
Yeniden inşa edilen bu kasabaların her türlü ekip, biçme, hasat, bakım, ilaçlama, gübreleme, hayvan bakımı ve ürünü satma işi kasabalıların bir araya gelerek kuracakları kooperatiflerle yapılabilir. Kasabalı gece gündüz, yaz kış didinmeden her şeyi kooperatiflere bırakacaktır. Kooperatifler bu işleri yapabilmek için kalifiye eleman arayacaklardır. İşte bu kalifiye elamanları da kasabaların çevresinde kurulan meslek liseleri temin edecektir. Bu elemanlar, her türlü sosyal imkanı olan, sigortası, emekliliği, sağlık hizmetlerinden yararlanabilen işlere girmiş olacak, işsizler ordusuna katılmayacak, ana baba parasıyla yaşamayacak, kendi bileğinin gücüyle hayatını kazanmış olacaktır. Türkiye’nin 3 milyona yaklaşan işsizler ordusu düşünülürse böyle bir iş kapısının ne kadar önemli bir kapı olduğu ortaya çıkacaktır. Sağlanan bu sürekli istihdam Türk insanının huzuru; Türkiye’nin kalkınmasının önemli tuğlaları olacaktır.
Böyle bir projenin gerçekleştirilebilmesi için:
‘Köy ve Köylünün Kalkınma Projesi’nin gerçekleşmesi maddi olarak mümkün değildir.’ denilebilir.
‘Türkiye böyle bir projenin altından kalkamaz,’ da denilebilir. Bunlar doğrudur.
Risksiz ve maliyetsiz kalkınma dünyada nerede görülmüştür. Bu nedenle aksaklıkları olacağı düşünülse de böyle bir proje, ‘Devletin cebinden beş kuruş çıkmadan gerçekleşebilir.’
Yukarıdaki hesaplarda kasaba haline dönüştürülmüş yaklaşık 8 bin köy rakamı çıkarılmıştı. Türkiye’de dünya ölçülerinde, evrensel boyutta iş yapan, her biri kendini kanıtlamış, dev şirketleri olan binlerce müteahhit firmalar var. Devletin kontrolünde, devletin vereceği standartlar ölçüsünde iş yapabilecek kapasitede 8 bin müteahhite, yeniden inşa edilecek kasabalardan bir tane verilmek suretiyle, en az dört köyün bir araya getirilerek oluşturulduğu kasabaların inşası verilebilir. Depreme dayanıklı, insanların içerisinde insanca yaşayabileceği evleri olan, modern ahırların olduğu, sineması, tiyatrosu, camisi, parkı, bahçesi, meydanı, hamamı, berberi, kuaförü, sağlık birimleri, bankası, postahanesi, oteli, okulu, meslek yüksek okulu, tarım makinaları bakım onarım işlikleri ve bunlar gibi köyün ve insanın ihtiyacı olan her türlü ekipmanın yapılacağı anahtar teslim kasabalar inşa edilebilir. Böyle bir kasaba kârıyla birlikte üstlenici kuruma kaça malolduysa, o üstlenici kurum, bir süreliğine köyün gelirine ortak olabilir. (Belki, bir bakıma: ‘Yap-İşlet-Devret’ tarzı bir uygulama da olabilir. Bu konular teknik açıdan tartışılabilir) Köylünün borcu bitinceye kadar devlet köylüden vergi almayacak. Köylü yeni ve modern kasabasında insani şartlarda yaşayıp, ekip biçeceği için, yeni kuracağı kooperatifler yardımıyla daha modern çiftçilik, ziraat, hayvancılık yapacağı için gelir düzeyi daha da artacaktır; gelir düzeyi artan köylü seve seve böyle bir projeye, el birliği içinde kasabasının yapımına razı olacaktır.
Hedef köylünün mutluluğudur. Köylünün bugünkü şartlar altında yaşaması onun kaderi değildir.
Türkiye gibi güçlü bir devlet bu yoksulluğun, bu sefaletin üstesinden gelebilir, gelmelidir.
Eğitimci- Yazar
Mehmet DAĞISTANLI
コメント