Yarımburgaz mağarasındaki Arkeoloji çalışmalarında bulunan mastodont (ilk filler) kemiklerine[1] göre tarihi geçmişi 100 bin yıl öncesine dayanan, hatta Prof. Afife Batur’a göre 300 bin yıl öncesine kadar indirilen İstanbul’da 15 milyon civarında insan yaşıyor. Büyük bir rakam. Büyüklüğün ötesinde ürkütücü bir nüfus. 15 milyon insanın yaşamasına göre dizayn edilmediği için nefes almaktan sağlığa, işsizlikten sanata, kirlilikten kontrolsüz şehirleşmeye kadar yüzlerce sorun bu 300 milyon yıllık nadide şehre ağır geliyor. Şehri yok ediyor bu sorunlar. Yaşanmaz kılıyor. Tek çözüm nüfusun azaltılmasıdır. Yani her köyün, kasabanın, şehrin en az İstanbul kadar cazip hale getirilmesidir. Türkiye’deki köy anlayışı değiştirilerek gelişmiş kasabalar yaratılmalıdır. Dünyanın merkezi sayılabilecek tarihi Yarımada da ise ortaya çıkarılan arkeolojik bulgular, İstanbul’un dünyanın yaşayan en eski metropolü olduğuna işaret ediyor. En eski metropole yapılan bu kadar haksızlık, İstanbul’un elden çıkmasına neden olabilir. Kırılgan bir yapı. Her şey 7 şiddetinin üzerindeki depreme bağlı. Bu tespit bile yerel ve ulusal yöneticilere, İstanbul’a gözleri gibi bakmaları için bir nedendir aslında. Dinler tarihi incelendiğinde İstanbul, dört semai dinin de kutsal saydığı ilahi bir mekan. İmparatorluklar tarihi incelendiğinde İstanbul, dünyaya hükmetmiş imparatorlukların payı tahtı olmuş bir başkent. Ekonomi incelendiğinde Hint’ten Avrupa’ya kadar uzanan ticaret ve kültür yolunun olmazsa olmaz uğrak yeri.
Bir ikinci benzeri olmayan insanlık yadigarına ne kadar sahip çıkıldı?
Peki, bu paha biçilmez zengin kültür tarihini 15 milyon insanımız ne kadar biliyor? İstanbullu yaşadığı, nefes aldığı, suyunu içtiği, yollarında yürüdüğü bu dünyada eşi benzeri olmayan şehri ne kadar tanıyor? Ayrıca bu güne kadar seçilmiş ve atanmış bürokratlar bu şehirle ilgili nasıl bir bilimsel çalışmanın içinde oldular? İstanbul’a hizmet için verecekleri kararda ne kadar bilimsel oldular? Eğer yönetici tanıyorsa bu şehir niçin boğulma noktasına geldi? Tanımıyorsa niçin bu devasa kentte çalışmaya devam ediyorlar?
Şu gerçek unutulmasın: İstanbul yöneticisi özgür olmalıdır; hiçbir toplumsal, dini, siyasi, ekonomik, hemşehrilik ve yönetim baskısı altında olmamalıdır.
Bu bilinçle yaklaşık 15 milyon insanıyla, 39 ilçesiyle, birçok ülkenin nüfusundan fazla ve bir çok devletin ekonomisinden daha fazla ekonomik güce sahip mega bir kent. Ayakta kalmaya çalışan bir mega kent.
Düşündürücü, biraz da ürkütücü bir durum!
Bu ürkütücü duruma ek olarak, dünyanın en farklı kozmopolit insan yapısıyla; dini, siyasi, tarihi, kültürel, sosyal, etnografik, doğa yapısıyla İstanbul’un sırtında, geçmişten kalan çözülmemiş ve düğümlenmiş sorunlar da birikmiştir aynı zamanda. Bu sorun yumağının tek nedeni Türk Devlet ve Belediyecilik anlayışının, İstanbul için uyguladığı politikanın hatalı olmasıdır. Evet, kesinlikle Devlet ve Belediyeler bu tarihi ve kültür şehrinin doğal yapısına uygun politikalar üretmemiştir, üretememiştir; yanlış, hatalı, bilinçsiz, önünü görmeden, yarının ne olacağını düşünmeden İstanbul’u yönetmeye kalkmıştır. Bu tutarsız politikaların yanında, ikinci ve en büyük kabahat, ‘Erguvan Güzeli İstanbul’u konusunda uzman kişiler yerine siyasi kaygılarla seçilmiş ve atanmış insanlar yönetmiştir.
Bu ne zamandan beri? Bunu ta 1950’lere kadar götürebiliriz.
Dünya yuvarlağı üzerinde bir mücevher gibi duran İstanbul’un şirazesinden ayrılmaya başlaması, siyasi çatışmaların ayyuka çıktığı 1950’lerden itibaren katlanarak artmaya başlamıştır. İstanbul hor kullanılmıştır. Hiçbir noktasında bilimsel çalışma ya yapılmamış ya da yapılıp sonradan rafa kaldırılmıştır: ormanları, su havzaları, sismik yapısı, mimari dokusu, köprüleri, kanalları, turizm yatırımları, ulaşım araçları, hava limanları, ibadet haneleri, park ve bahçeleri, deniz ulaşımı, balıkçılık, tersaneler, vb… Böylesine hayati konularda günü birlik politikalar, siyasi ve değişken projeler uygulanınca, bu gün uygarlıklar şehrinin geldiği nokta artık düzeltilemeyecek yanlışlarla boğuşan bir İstanbul olmuştur.
Her şeyden önce İstanbul mimari yönden felç edilmiştir. Sultanahmetler’in, Ayasofyalar’ın, İstanbul evlerinin, konakların, köşklerin kendine has mimari yapısı dikkate alınmamış; öncelikle ‘Yarımada’dan başlayan çevre ilçelere kadar uzanan İstanbul’un ev, bahçe, köşk mimarisi tamamen yok edilmiştir. En azından bu yok ediliş, asıl Yarımada da sağlanabilirdi; o da olmadı: Su Kemerlerinin, Kapalı Çarşı’nın, Süleymaniye’nin, Türbelerin, Yerebatan Sarnıcı’nın, Haliç’in, Galata’nın, Topkapı Sarayı’nın ve tüm Boğaz’ın şehrin doğal dokusuna uygun asil yapısı bilinçsizce yok edildi; yağmalandı! Bu binlerce yıllık antik eserler adeta kayboldu. Siyasi bataklığa saplanmış yöneticiler, sadece bu Yarımada’yı bile koruyabilselerdi, o da bir değer olurdu. Bu bölgeye sonradan eklenen mimari yapılaşma Yarımada’nın yapısına uygun olsaydı tarih bunu kabullenirdi; çirkin, şekilsiz, estetikten uzak beton ve demir dikintiler, damarlara yanlış enjekte edilen kan yüzünden kusmaktadır son elli yıldır.
Bu şehrin kendine has bir bitki dokusu vardı. Tarih, bilim böyle diyor. Erguvanlarıyla, Laleleriyle ve Servi ağaçlarıyla eşsiz bir doğal yapı... Bu yönüyle İstanbul’a Erguvanlar, Laleler, Serviler şehri de denilse yeridir. Peki, bu üçlemeyle bu şehir dünyaya tanıtılamaz mıydı? Tanıtılırdı. Dünya insanı sadece bu güzellikleri görmeye gelmiş olamaz mıydı? Olabilirdi. Baştan sona, bütün İstanbul Erguvanla donatılamaz mıydı? Donatılabilirdi. Bu yüzden bu şehre ‘Erguvan Güzeli İstanbul’ bile denilebilir. Çok da güzel yakışır. Hiç kimse bilmez[2] ama bu şehrin ilk Erguvan Ağacı şu anda yoksulluk ve bakımsızlık yüzünden zor durumdadır Koşuyolu Öğretmenevi bahçesinde. İstanbul’un sadece bu güzelliği bile onu diğer dünya şehirleri arasında ilk sıraya taşıyabilirdi.
Unutmayalım ki Bizans döneminde erguvan rengi İmparatorluğun resmi rengiydi.
Madem ki bu şehir ta 300 bin yıl öncesinden ya da 100 bin yıl öncesinden, sayalım ki o kadar değil de 6 bin yıllık bir geçmişi olsun; koskoca 6 bin yıllık tarihi bir şehrin bu günü ve yarını şehrin hangi özelliklerine göre düzenlenmeliydi? Bu süreç içerisinde çeşitli dinlerin merkezi olmuş, çeşitli uygarlıkların kurulduğu yer olmuş, kıtalar arası yolların geçtiği güzergah yapılmış, çeşitli kültürlere kucak açmış! Şu halde İstanbul, sadece ‘Doğal güzelliği, Ulaşım, Tarihi, Dini, Kültürel zenginliği’ ile ön planda olmalıydı; başka bir yük yüklenmemesi gerekirdi. Eğer bu beş özelliği muhafaza edilebilseydi bu gün sorunları kangren olmuş bir şehirle karşılaşmayacaktık. Sadece bu özellikleriyle dünyanın merkezi olacak, sadece bu özellikleriyle 6 bin yıllık tarihi dokusu kaybolmayacak, sadece bu özellikleriyle dünyanın en kutsal şehri olacaktı. Bütün dünya akın akın gelip görüp, kendini bu güzelliğin içinde bulacaktı; asudeliğin, zarafetin, antik yapının, ilahi dokunuşların ne olduğunu anlayacaktı. Bu özellikleriyle romanlara, öykülere, filmlere, tiyatrolara, şiirlere konu olabilecek dünyanın en önemli kenti olacaktı. Atanan ve seçilenler bunu başaramadılar ne yazık ki. Hatta bunu düşünmediler bile. Devlet ve Belediye yöneticileri el ele vermiş burayı ana sanayinin, yan sanayinin, ticaretin, tarımın, altının, borsanın, bankacılığın, lojistiğin, toptan her türlü alım satımın, fabrikaların, ithalatın ve ihracatın; modanın, sanatın merkezi yapmış; neredeyse bütün üniversiteleri bu şehirde toplamış; dünya sağlık sektörünün merkezi haline getirmiş; bütün dünya çapında kongreleri burada düzenlemiş; uluslararası spor müsabakalarını burada yapmış; basının, medyanın, iletişimin, haberleşmenin merkezini burası yapmış… Bu, bu şehre yapılan en büyük zulüm olmadı mı sizce? Bu kontrolsüz gerçeklik hastanın haberi olmadan organlarını almak değil mi? Bu, torunlarınızın haklarına tecavüz değil mi? Sonuçta, bu kadar yük yüklenince bu şehrin sırtına, nüfusta kontrolsüz patlama kaçınılmaz olmuş. İşte bu kontrolsüz nüfus patlaması beraberinde binlerce sorunu da getirmiş. Ve bu gün, günü birlik artışlarla 17 milyon insanın yaşadığı trafikten işsizliğe, meskenden çöplüğe, inşaattan çevre kirliliğine, pahalılıktan hırsızlığa, terörden tacize, yok edilen ormanlardan kaybolan su kaynaklarına, eğitimdeki kargaşadan ulaşıma kadar daha onlarca sorun atanmış ve seçilmiş yöneticinin masasının üzerinde duruyor.
İstanbul için karar verilmelidir!
İstanbul bir kültür, medeniyet, sanat, dinlerin buluştuğu doğal güzelliği olan dünya kenti mi olmalıdır yoksa bu değerlerin yanında sanayi, fabrikalar, ana sanayinin, yan sanayinin, ticaretin, tarımın, altının, borsanın, bankacılığın, lojistiğin, toptan her türlü alım satımın, fabrikaların, ithalatın ve ihracatın; modanın, sanatın, dev spor tesislerinin bir arada bulunduğu, 17 milyon insanın boğuştuğu bir kent mi olmalıdır?
Atanmış ve seçilmiş yöneticiler,
Siz, zaten Anadolu’nun en ücra köşesindeki bir kasabayı, İstanbul’daki gelişmişlik düzeyi bir hayli fazla olan Şişli, Kadıköy, Beşiktaş düzeyine getiremezseniz, İstanbul’un nüfus sorununa havadan taşıt ağı bile yapsanız, yer altında kat kat metro yolları da döşeseniz çözemezsiniz! Çözülmez! Siz bunları bu şehre yaptıkça nüfus sürekli artacaktır. Şu halde çözüm Anadolu’daki her kasabayı Beşiktaş yapmaktır, Şişli veya Kadıköy yapmaktır! Anadolu’daki köyleri, köy görüntüsünden çıkarıp, İstanbul’daki Kadıköy yapmadıkça Anadolu’nun vefalı insanına da haksızlık etmiş olmuyor muyuz?
Atanmış ve seçilmiş yöneticiler,
Neden bu ‘Erguvan Güzeli İstanbul’a bu kadar yük yüklediniz? Millet olarak görüyoruz; yüklenen bu kadar sorunu çözmek istiyorsunuz ama büyüyen sorunlar yumağının altından kalkamıyorsunuz maalesef! Bu durumda ne yazık ki sizler de, İstanbul’a yaptığınız hatalardan dolayı pişmanlık duydunuz; ama iş işten geçti artık.
‘Bal bal demekle ağız tatlanmıyor’; İstanbul’u seviyorum demekle de İstanbul sevilmiyor!
Mehmet Dağıstanlı
Araştırmacı-yazar
E- SANAT Kurucusu
Comments