top of page

BİLGE KADIN TİMSAL KARABEKİR



Anadolu’dan Türklerin atılmak istendiği I. Dünya Savaşında, Büyük Güçlere karşı millet olarak direniş gösteren ordunun kurmay heyetinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Rauf Orbay ile birlikte zafere kadar mücadele eden, Şark Cephesinde Ermeni ordularını bitiren, "Alçıtepe Kahramanı" namını alan Kazım Karabekir Paşa da vardı. Paşa ve ailesi elbette her Türk için çok önemlidir.Karabekir adı, İstiklâl Harbi içerisinde abideleşmiş bir addır ve Türk milletin gönlünde ebedî olarak yerini almıştır.

Bu gün bu onurlu adı, Paşa’nın önemli yadigârı Timsal Karabekir Hanımefendi temsil ediyor.

Cesaretini, kararlılığını, zarafetini, hanımefendiliğini, bilgeliğini geçmişten; Milli Mücadele günlerinde Büyük Güçlere karşı amansız bir bağımsızlık mücadelesi veren atalarından alan yorulmaz bir Türk Kadını, asil bir Türk Anasıdır Timsal Karabekir…

Türk tarihinin yükünü omuzlarında onurla taşıyan, ‘Karabekir’ unvanı göğsünde şeref madalyası olan, yılmayan, cesur bir insandır Timsal Hanımefendi.

Bilgisi, kültürü, zarafeti, hitabeti, konukseverliği, dünyaya bakışı, Türk tarihi ve Türk kültürüne hakimiyeti ile son yüzyıl içinde aradığımız, günümüzün Nene Hatun’u, Kara Fatma’sıdır Timsal Hanım…

Timsal Karabekir Hanımefendi’yi ilk gördüğümde ve onunla ilk konuştuğumda o anda sanki yanımda Kazım Karabekir Paşa vardı. Bağımsızlığımızın, Milli Mücadele’nin mimarlarından Kazım Paşamız yanımızdaydı adeta. Timsal Hanımın elini sıktığım zaman Paşa’nın elini tutmuş gibiydim. Bu his beni tarihin derinliklerine götürmüştü; hayallerimin sayfaları geriye doğru açılmaya başlamıştı; çünkü bizim çocukluğumuz Kazım Karabekir adıyla iç içeydi… Biz, bütün Doğu Anadolu, Erzurum, Kars, Erzincan, Sivas, Azerbaycan Kazım Karabekir adıyla büyümüştük. Hele vatanımızın düşman çizmeleriyle çiğnendiği o işgal günlerinde, rütbesini çıkarıp Erzurum kongresine katılan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve onun Kuvayı Milliyesine, Sarayın Sadrazamı Damat Ferit Paşa’nın ölüm fermanı vermesi ve bu fermanı Paşa’ya ulaştırmakla görevli Kazım Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk’ün kaldığı konağa gelerek ‘Askerlerimle emrinizdeyim Paşam!’ demesi, tüm Erzurumluları heyecanlandırmış, konağı ilgi odağı haline getirmişti. Çok önemli tarihi bir andı o an. Her Erzurumlu konağın önünden geçerken: ‘Kazım Paşa işte bu konakta Atatürk’le görüşmüş!’ derdi.

Kazım Paşa Erzurum için önemli bir isimdi.

Önemliydi çünkü mahallemiz, sokağımız, caddemiz, okullarımız hep Karabekir Paşanın hatıralarıyla doluydu. Erzurum’un Rus ve Ermeni işgalinden kurtuluşunda Kazım Karabekir Paşa’nın müfreze komutanlarından biri benim dedem Mustafa Dağıstanlı idi ve birlikte şehri düşmandan teslim almışlardı. Dedemin kardeşi de bizzat Kazım Paşa’nın Milli Mücadele’den arkadaşı Tümgeneral Vehbi Kocagüney idi. Tüm Erzurumlu gibi biz de, Paşa ve Paşanın ailesine akrabadan öte hissi bir bağ kurmuştuk. Daha doğrusu doğduğum şehir olan Erzurum’un her köşesinde Kazım Karabekir’in yaşayan izi ve ismi vardı. Bu yüzden Kazım Karabekir, ‘bizden biriydi’. Paşa’nın Erzurum için ne kadar önemli olduğunu ‘Yanık Dere Erzurum-1915’ adını verdiğim romanımda da hassasiyetle anlatmıştım.


Başta Timsal Hanım olmak üzere bütün aile fertlerinde, Paşa’nın çocuk yaşlarından itibaren aldığı vatan sevgisi, katıldığı savaşlar, aldığı rütbeler, görevler, milli mücadelede yaşadıkları, şahit olduğu Ermeni mezalimi, muhacirlerin durumu, salgın hastalıklar, yetimler ile ilgili yaptıkları ve “yetimler babası” olarak adlandırılması, kurduğu iş ocakları ve Gürbüzler Ordusu, Sarıkamış Bebek Gölü, parti çalışmaları, sürgündeki hayatı tüm bu duygular ve hayat tecrübeleri ailesinin akıl defterine altın harflerle yazılmıştır. Timsal Karabekir’in yükü ağır fakat bir o kadar da kutsal. Bu ağır ve kutsal yük ona ayrı bir heyecan ayrı bir güç veriyor. Okullarda öğrencilerle buluştuğunda heyecan gözlerinden okunuyor. Hele Kazım Paşa’nın ‘Türk Yılmaz’ marşını yürekten söylemesi bu heyecanı doruğa çıkarıyor.

Karabekir ailesi ömrü savaşlarda- cephelerde geçen, varlığı- yokluğu tadan, esiri-esareti gören, ölümü- yaralıyı bilen bir aile…

Üç evladı da Türk onur ve gururuyla yetişmiş, milli ve evrensel kültürle büyümüş, Türk zarafeti ile yoğrulmuş örnek bir aile…

Karabekir ailesi bütün Türkler için önemli bir aile...


Paşa’nın üç evladından biri ve en küçüğü olan Timsal Hanımefendi eşsiz bir yadigârdır. O, Osmanlının ‘İstanbul Hanımefendisi’ dediğimiz son zarafet örneklerinin Cumhuriyetimize taşınmış temsilcisidir. Türk milletinin son yüz yılının canlı tarihidir. Onun kültür kökenlerinde Paşa’dan gelen, yalandan uzak durmak, kimsenin hakkına el uzatmamak ve kendi hakkına el sürdürmemek anlayışı yaşıyor. Timsal Hanım tam da bu ilkelerin insanı. Kazım Paşa’nın hayat felsefesi olan ‘5S’ ilkesine, Paşa’nın ailesi gibi Timsal Hanım da sıkı sıkıya bağlı kalmış: “Selamet, Sağlam, Sadık, Sabır, Samimi...” gibi, günümüz Türkiye’sinde arayıp da bulamadığımız ilkelere, kaybettiğimiz bu değerlere aileden Hayat Karabekir (Feyzioğlu), Gülden Karabekir (Gazioğlu) ve Timsal Karabekir (Yıldıran) bütün ömürleri boyunca sadık kalmışlardır. Vefa ve verilen sözde durma, yardımlaşma ve servete tenezzül etmeme, cehalet yerine aydınlanma, hurafeler yerine bilime inanma tüm ailenin ana ilkeleri olmuş. Timsal Hanım, yorulmak bilmeyen enerjisiyle tam da bu ilkeleri bu günün gençlerine anlatmak için şehir şehir; okul okul dolaşıyor; ailesinin temelini teşkil eden tarihi misyonu ders olarak anlatıyor.


Dünya tarihinde olsun, Türk tarihinde olsun birçok kadın kahraman, bilim insanı, sanatçı adını tarihin sayfalarına altın harflerle yazdırmış ve bulunduğu döneme hatta belki de yaşadığı yüzyıla damgasını vurmuştur. Dünya tarihinden sözgelimi Florance Nightingale, Madam Marie Curie, Jeanne d’Arc, 'benzersiz' anlamına gelen adı gibi benzersiz bir kadın olan Benazir Butto, siyahilere uygulanan ayrımcılığa karşı direnen Rosa Parks, Rahibe Teresa, “Yükses sesle över, alçak sesle suçlarım” diyen ve Rusya’yı 18’inci yüzyılın en büyük güçlü devleti haline getiren Çariçe Katerina, İngiltere’nin ilk kadın başbakanı Margaret Thatcher, sanat dünyasından Marilyn Monroe böyle değil midir? Ülkemiz tarihinden ise yaşadığımız şu son yüzyılda ismini en çok duyduğumuz, andığımız; Cumhuriyetin kurucusu, siyaset ve devlet adamı, asker ve dahi Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım, daha 17 yaşında Çar’ın ordusuna kafa tutan Nene Hatun, Milli Mücadele’nin ateşli ve hırçın yazarı Halide Edip, yine Milli Mücadele’nin gözü pek, korkusuz savaşçısı Kara Fatma, dünyanın ilk kadın savaş pilotu olarak tarihe geçen Sabiha Gökçen, cesur hukuk insanı Süreyya Ağaoğlu, Afet İnan, sanat dünyasının unutulmaz ismi İdil Biret ve daha niceleri dönemlerine damga vurmuş, gelecek kuşakları da etkilemişlerdir. Ülkemizdeki bu değerler yazılarıyla, eserleriyle, sanatlarıyla topluma ışık tutmuş, yeni kapılar açmışlardır. Haklı bir üne kavuşmuş bu insanların tümünün yetişmesinde Türk ahlak ve erdeminin çok önemli bir etkisi olmuştur. Tümü milli ve evrensel anlayışın temsilcileridir. Vatanı için savaş meydanlarından ayrılmayan bir evlat yetiştirmek nasıl bir milli anlayışsa, o insanın dünya ve mazlum milletleri için haykırdığı bağımsızlık çığlıkları da evrensel bir anlayıştır; topraklarına ölümüne bağlılık nasıl bir milli anlayışsa bağımsızlık mücadelesi de evrensel bir olgudur.

Bütün dünyada adları saygıyla anılan bu kadınlar çevrelerinde unutulmaz etki alanları oluşturmuştur.

Bu insanların gelecek kuşakları olumlu yönde etkileyenleri de olmuştur, olumsuz yönde etkileyenleri de... Bunların yanında kimi kadın ünlüler, dönemlerine damga vurmuş olsalar da tarih kendi çöplüğünde yok etmiştir onları. Anılmaz olmuşlardır. Oysa bir Florance Nightingale, bir Madam Marie Curie bütün dünyada saygıyla anılmaktadır; bir Nene Hatun sadece Türkiye’de değil bütün dünyada emperyalizme baş kaldıran temsilci olmuştur.

İki binli yılların başından beri Kazım Karabekir Kültür Merkezindeki etkinlikleriyle, yurt içi gezileriyle tanıdığımız Timsal Karabekir de konuştuğu, dokunduğu herkesi etki alanına alan yiğit bir insandır. Adı Türkiye’nin her yerinde saygıyla anılmaktadır. 1941 yılında Ankara’da doğan, 26 Ocak 1948’de 7 yaşındayken babasını kaybeden Timsal Hanım, o gün bu gündür İstanbul Erenköy’deki aile köşkündedir. Köşk, bu gün Kazım Karabekir Kültür Merkezi olarak halka hizmet vermektedir. Kurulan vakıfla köşke bütün Türkiye’den akın akın gelen, gerek okullar olsun, gerek sivil halk olsun ve gerekse resmi veya yabancı ziyaretçiler olsun Timsal Hanım’ın rehberliğinde, tam bir Karabekir adına yakışır şekilde ağırlanmaktadır. Köşkün her odasında her salonunda yer alan hatıra eşyalarla, Hanımefendinin içten, etkileyici anlatımı ziyaretçileri hem Milli Mücadele günlerine götürüyor hem de Türk Tarihini yeniden yaşatıyor. Anlatırken o anı yaşayan Timsal Hanım, Kültür Merkezinin duvarlarına sinen vatan sevgisini, bayrak, istiklal, bağımsızlık ve insan sevgisini ziyaretçisine de yaşatıyor. Onun her sözünde Türkiye Cumhuriyeti’ne hizmet etmek sevdası yatıyor. Tıpkı Paşa’da olduğu gibi Timsal Hanım da ‘tarihten’ bahsediyor ve gençlere diyor ki: ‘Tarihini bilen millet kökü sağlam bir çınar gibidir. Bir çınar için toprak altındaki kökleri ne ise -ve bu kökler kurudukça çınar nasıl kurumaya başlarsa- bir millet için de tarih odur. Zamanla eski âdet ve anânesini, yaşayış tarzını unutan, tarihini bilmeyen, ecdâdının neler yapmış olduğundan haberi olmayan bir millet, kendini ayakta tutan köklerinden birkaçını kurutmuş demektir. Tarih okuyarak onu sulamak lâzımdır.'' Bu ilke artık Timsal Hanım’ın ilkesi oluyor. Gençlerin araştırma yapmaya yönlendirilmelerini, yeri geldiğinde sorgulayacak bir gençlik olması gerektiğini; çünkü onların Türk milletinin geleceği olduğunu defalarca vurguluyor.

Yorulmak nedir bilmeyen Timsal Hanım, tarihi yapan Paşa’sının tarih yazmasını: “Tarihini Bilmeyenin coğrafyasını başkaları çizer.'' vecizesi ile açıklıyor. Yüz yıllık tarihi olayları analiz ettiği gibi günümüz olaylarını da konunun uzmanı gibi yorumluyor ve dün ne yapıldıysa bu gün de Türk milleti için aynı oyunların oynanmakta olduğunu söylüyor. Coğrafyamız üzerinde içeriden ve dışarıdan oynanan oyunların aynı olduğunu bütün konferanslarında anlatıp duruyor. Çözümü de yine kendisi veriyor ve diyor ki: ‘Tarihimizi bilmeliyiz. Bu oyunlara gelmemeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti’ne sahip çıkmalıyız.’ Onun düşünce yapısı çok geniş; Cumhuriyete hizmet etmenin bir borç olduğunu, görev olduğunu hatta bir ibadet olduğunu vurguluyor. Böylesine donanımlı, böylesine bilge bir insan olan Timsal Hanım asla moralini kaybetmeyen bir kültür savaşçısı. Gençlere el uzatması, onlara dokunması yine tarihi misyonunun bir özeliği olsa gerek. Babası olmayan ve ihtiyacı olan çocuklara kucak açması; ilköğretimden yüksek lisansa kadar, Türkiye’nin her yerinden, hatta Bakü’den bile çocuklara sahip çıkması onu evrensel insan sevgisi boyutuna taşıyor.

Kültür Merkezinin özel bir odasında Timsal Hanım, Paşa’nın elle yapılmış bir portresini gösteriyor. Duygulandığı ve hepimizin duygulandığı anı tekrar etkileyici sesiyle anlatıyor. Bu anlatılanlar, özellikle 1915 yıllarında Türkleri ve Türk tarihini rencide eden kasıtlı ve yanlış bilgileri kullananların yüzlerine tokat gibi iniyor. Önemli bir belge olan duvardaki resmi anlatırken: ‘Bu resmi Trabzon’daki yetim Ermeni çocuklar yapmış,’ diyor Timsal Hanım ve arkasından tokat gibi açıklamasını yapıyor: ‘Hiç Ermenilere soykırım yapan bir kişiye, o milletin çocukları portresini yapar, hediye eder mi?’ Evet, bizzat o günleri yaşamış olan Kazım Paşa’nın portresini yetim Ermeni çocuklar yapmış. Yetim ve öksüz de olsa düşmanının çocuklarını koruyup kollayan Türk töresi ile yetişmiş bir aile… Timsal Hanım her odada ve her hatıranın önünde duruyor, o anı yaşıyor sonra içten, samimi sesiyle hissettiklerini bize aktarıyor. Çanakkale’den Kafkas Cephesine kadar bütün hatıraları, yaşananları gözlerimizin önünde canlandırarak bahçeye kadar çıkıyoruz.

Timsal Hanım, bilgisi, görgüsü saçlarındaki aklarıyla Anadolu’nun yaşayan kadın Dede Korkut’u unvanını çoktan hak ediyordu. Bilge insan, cevabını aradığımız son soruyu gözlerimizden anladı: ‘Biliyor musunuz, dedi, Gazi Paşa’nın etrafında, onu en samimi arkadaşlarından bile uzaklaştıran insanlar vardı. Atatürk’ e hazırlanan suikastte babamın adının karışması tamamen bir senaryodur. Babama karşı yapılan bu suçlama çok acıdır. Babam bir süre bu köşkte gözaltında tutulmuş. Polisler, sivil polisler gireni çıkanı gözlermiş. Atatürk’ün, yargılama sürecinde ’Paşalar beraat ettirilsin’ diye kararını, güya Mustafa Kemal Paşa’yı koruyan güçler, hiç dikkate almamışlar. Babamın evinden alınıp, Ankara Polisi’ne götürülmesi, tutuklu yargılanması da öyle… Olaylardan sonra Atatürk babamı Dolmabahçe’deki dil kurultayına davet ediyor. Oraya Ali Fuat Cebesoy’la giden babamı, Atatürk’ün etrafındaki o kadrolar yine buluşturmuyor. Babamla Atatürk’ün arasına orada da giriyorlar. Cumhuriyet’in ilanından sonra paşaları istemeyen o kadrolar, Atatürk’ün hasta yatağındaki ‘Kazım Karabekir’i çağırın, helalleşmek istiyorum!’ talimatını da babama haber vermiyorlar. Babam Atatürk’ün ölümünün ardından bu durumu öğrendikten sonra, ablalarımın ’Baba, haberin olsa helalleşmeye gider miydin?’ sorusunu ’Tabii giderdim O Mustafa Kemal’ diye yanıtlamıştı. Babam suikast iddialarını hep haksız bir itham olarak değerlendirdi.”

İşte Timsal Hanımefendi böylesine asil, böylesine yürekli, böylesine dürüst bir Türk bilge kadını. Timsal Hanımı ziyaret etmek ve Kazım Karabekir Kültür Merkezini gezmek bizler için onur olmalıdır.

Mehmet Dağıstanlı

Eğitimci- Yazar


bottom of page