top of page

Geçmişe Vefa Borcu

Yıllardır daha yaşanabilir bir şehir olmak için mücadele veriyor Erzurum. Kaderiyle savaşıyor, karla kışla savaşıyor, cehaletle savaşıyor Anadolu’nun bu garip kenti. İçindeki fitne fesatla, dışındaki umursamazlıkla, aymazlıkla yılmadan usanmadan savaşıyor. Yüzyıllardır savaşlardan gözünü açamamış Erzurum gidip de gelmeyen askerlerine yanıyor, şehitlerine ağlıyor. Erzurum’da iken Erzurum’un gurbet olmasına yanıyor Yaylalı. Sekiz ay buzu, iki ay tozu, iki ay da ayazı olmasına rağmen dünyada hiçbir kente nasip olmayan bir sevgi, bir hasret göstergesi olarak Erzurumlu, şehrinden ayrıyken: ‘Taşına toprağına kurban olduğum şehir!’ diyor. Dünyada eşine benzerine az rastlanır acıları, göçleri yaşayan Yaylalı, bütün bu acılarının üstüne sünger çekiyor, intikam peşinde koşmuyor. Her yanı kan gölüne çevrilmişken, her hanesinden en az bir şehit vermişken, Erzurumlu’nun soyu kurutulmuşken yine de: ‘Bana soykırım yapıldı!’ demiyor. Gözünü hep yarınlara çeviriyor. Dizinin dibinde büyüttüğü çocuğunu intikam hırsıyla yetiştirmiyor. Bu ne asil davranıştır!

Çocuklar intikam hırslarıyla büyütülmemeli; ama tarih çocuklara, gelecek nesillere bütün çıplaklığıyla anlatılmalıdır, tarihi belgeler korunup sergilenmelidir. Erzurum’un her sokağı bir savaş müzesidir; o kara kuru, boz sokaklarda tarihin sayfalarına yazılmamış ne çetin mücadeleler verilmiştir, ne kanlar akmıştır. O mücadeleyi verenler henüz rahmeti rahmana kavuşmadan yaşadıklarını anlattığında çoluğuna çocuğuna, ahfadı hemen silaha sarılıp öç almak peşinde koşmamıştır. O günün mücadelesi anlatılmış ama maalesef anlatılanların tümü kaleme alınmamış, belge haline getirilmemiş. Buna rağmen burada her sokak şehrin hafızasıdır. Hafızayı oluşturan hiçbir şey unutulmamalı, unutturulmamalıdır. Belki en azından sokakların bir bölümü yeniden elden geçirilmeli, mücadelenin nasıl yapıldığı o sokağı gezen yerli ve yabancı gezgine gösterilmelidir. Bunda korkulacak bir taraf yoktur. Tarihte olanları anlatmak bir çağdaşlıktır. Her millet gençlerine anlatıyor, sergiliyor. Başta Amerika olmak üzere dünyanın diğer ülkeleri de kendi tarihlerini ve milli kahramanlarını film olsun, tiyatro olsun; şarkılarıyla, şiirleriyle anlatıyorlar. Gerek 93 Harbi’nde ve gerekse 1916-1918 yıllarında, Rus ve Ermeniler’in Erzurum’u işgal ettiği günlerde, sokaklarda vuku bulan olaylar ya olayın olduğu konağa veya eve ya sokağın tümüne ya da müsait yerlerine asılacak tabelalara kısaca tarihi bilgi verilmeli, bununla da yetinilmemeli yapılacak heykellerle veya rölyef çalışmalarıyla geçmiş anlatılmalıdır. Hele bu anlatılacak yerlerden biri var ki orası şehrin en önemli kan ağlayan yarasıdır. Asıl şehrin hafızası burasıdır. Burası Yanık Dere’dir.

Yanık Dere’nin olduğu yer öyle sadece yasak savmak için kondurulan bir anıtla geçiştirilemez. Erzurum’un çalışkan Belediyesi, Türk bilim hayatına önemli katkılar sunan Üniversite, Valilik, Sivil Toplum Örgütleri, yerel basın ve halk elele vererek Yanık Dere’nin bulunduğu bölgeyi ‘Sit’ alanı ilan etmeli, önemli bir meydan haline getirilmeli ve burası açık bir müze haline dönüştürülmelidir. Yanık Dere’de yaklaşık 100 sene önce yapılan katliamın ayrıntılı kısa tarihçesi, öldürülenlerin isimleri belirtilerek, dikilecek bir anıt tabelada belirtilmeli ve o gün yaşananlar birebir heykellerle aynen aslına uygun olarak canlandırılmalıdır. Yüzlerce kadın, erkeğin bir araya toplanıp kurşunlandığı, süngülendiği bunlarla da yetinilmeyip üzerlerine gaz dökülerek yakıldığı; sırt sırta birbirlerine bağlanarak ayakta ya da oturtularak kurşunlandıkları gerek yazıyla ve gerekse mumdan heykellerle canlandırılmalıdır. Bu basit, sıradan derenin neden ‘Yanık Dere’ olduğu aleme duyurulmalıdır. Bu bizim görevimizdir. Özellikle yabancı gezgincilere dün yapılan katliamlar bu tarz görsellikle sergilenmelidir. Kimin kimi yurdundan ettiği, kimin kime soy kırım uyguladığı yapılacak bu tablolarla ifade edilmelidir. Hatta bir adım daha atılarak bu bölgeye, dünyaya meydan okurcasına, hem Türkler’in anısına hem de Ermeniler’in anısına, Dünya Kültür Örgütlerine de bildirilerek uluslar arası anlamda bir ‘İNSANLIK ANITI’ dikilmelidir. Her Erzurumlu ve her Türk yapılan bu ‘Yanık Dere Açık Hava Müzesi’ni gezmeli, görmeli, düşünmelidir.

Erzurum bunlarla da yetinmemeli. Gerek 93 Harbi’ne katılan ve gerekse 1916-1919 yıllarında, Rus ve Ermeniler’in işgal ettiği günlerde direniş gösteren, milli mücadeleye katılan, Erzurum Kongresi’nde inanılmaz çaba harcayan halk kahramanlarının her birini anlatan, sırf o günleri yaşatan bir müze kurulmalıdır. Müzede o eşsiz mücadeleyi yapan insanların mumdan heykelleri, o günkü kıyafetleriyle, yaptıkları işlere uygun hareketleri hatırlatan görünüşleriyle canlandırılmalıdır. Sergilenecek bu müze ya yeniden yapılan bir Erzurum evinde ya da onarımı yapılan eski bir Erzurum evinde, evin hem mimari özelliklerini gösteren hem de o günün kullanılan her türlü araç-gereç, kılık-kıyafet, halı-kilim, pencere-perde-dolap örneklerini de kapsayan bir zenginlikte, sergilenmelidir.

Mehmet Dağıstanlı

bottom of page