top of page

Okul Müdürünün Adı

Şüphesiz okuduğu okul müdürünün adını bilmeyen çok öğrenci vardır. Peki bu önemli midir? Evet önemlidir. Her öğrenci bilmelidir. Garip gelecek ama ders öğretmeninin adını dahi bilmeyen öğrencilere rastlıyorlar öğretmenler. Ben bu yüzden yıllarca yaptığım öğretmenlik mesleğimde, sınav sorularımdan birini güncel sorulara ayırırdım. Önemli olan bireyin dikkatli olmaya alıştırılmasıdır. Gözlem yapma becerisini elde etmesidir.

Ne acıdır ki içerisinde yaşadığı kentin önemini, özelliklerini, tarihini, coğrafyasını, kültürel ve ekonomik yapısını bilerek yaşayan insanlar da maalesef çok az. Bu bütün dünyada da mı böyle yoksa sadece bizim ülkemizde mi böyle, tartışılabilir. Tartışılmalıdır da. Bir öğrencinin kendi okul müdürünün adını bilmemesi gibi ya da bir yurttaşın kendi başbakanının adını bilmemesi gibi. Aslında özel bir bilgi alanı değildir bu. Basit; ama olması gereken, öğrenilmesi gereken bilgilerdir. Zor değildir öğrenilmesi, zorluğu yoktur bunun. Ulaşılması basit olan, herkesin çok rahatlıkla ulaşabileceği bilgilerdir. Sadece biraz ‘merak’! Eğitim, öğretim de merakla başlar zaten. Çevreyi merak etmek; insanları, eserleri, hayvanları, bitkileri incelemek; onları görmek… Değişimin, ilerlemenin ham maddesi de budur, yani: merak. Başka sihirli değnek aramaya gerek yok. Milli olmanın da evrensel olmanın da kilidini açan anahtar; çünkü bir insanın hem milli olması hem de evrensel düşünmesi özlem duyulan bir anlayıştır. Köyde, kasabada, kentte yaşayan insanların kültürlü olup olmadıklarını da bu kıstasla anlayabiliriz.

Tarımla, ziraatla, bağ-bahçeyle uğraşan, işi hayvancılık olan bir insan mutlaka toprağını, suyunu, yörenin havasını bilmelidir. Gübreyi, ilacı bilmelidir. Budamayı, aşıyı bilmelidir. Ne kadar toprağa ne kadar tohum atılır bilmelidir. Bilmezse ayıp onundur. Hatta yeni gelişen teknikleri yakından takip etmelidir. Köylümüzü cahillikten çıkaran bilge yapan da bu merakları sonucunda elde ettikleri bilgilerdir. Hele bir de bazı köylerimizin yakınlarındaki höyükler, tabyalar, örenler, türbeler var ki bunların bilinmesi, öneminin anlaşılıp korunması ve sahip çıkılması ise köylümüzü köy odasından alıp evrensel kimliğe çıkaran değerlerdir. Yanık Dere romanımı yazarken Uzunahmet Köyü’nde oturanlarla konuştum. ‘Burada Tabyalar var,’ dedim, Nerede olduğunu biliyor musunuz? diye sordum. Maalesef bilmeyen Uzunahmetliler vardı. Bütün bunları öğrenmek zor mudur? Hayır zor değildir; ama zorunludur. Tıpkı okul müdürünün adının bilinmesi gibi.

Kent insanı da böyledir. Ait olduğu kentin tarihini, coğrafyasını, nüfusunu, kültürel yapısını, en azından o kentin doğusunu, batısını, kuzeyini, güneyini bilmelidir. Her gün geçtiği sokağın adı nereden geliyor? Bu camiye neden bu ad verilmiş? Bu kentte müze var mı? Kentin hemen yanındaki kayalıklara yapılmış bu eski kale kimlerden kalmış? Bu surları kimler, ne zaman ve niçin yapmış? Şurada bir ‘Şehitlik’ tabelası var; acaba neden buraya şehitlik demişler? Her gün önünden geçtiğin bu tarihi eserler kimler tarafından, ne zaman ve niçin yaptırılmış? Kentin valisi, belediye başkanı kimdir? Vs… vs… vs… Kent insanı bunları bilmelidir. ‘Bunlardan bana ne?’ diyemez! Bu bir birey olma bilincidir, bu bir vatandaş olma bilincidir. Ha, ‘Ben bunları bilmek istemiyorum! Mecbur da değilim!’ deniliyorsa o zaman, ‘Siz bir güruhsunuz; Allah yolunuzu açık etsin!’ denilir. Böyle düşünenlerin de kentten bir beklentisi olmamalıdır. O halde herkes bulunduğu kenti merak etmeli, öğrenmelidir.

Konuyu biraz daha özelleştirebiliriz. Anadolu’yu gezebilir, tarihi önemi olan Kars’a, Sivas’a, Diyarbakır’a veya Erzurum’a uğrayabiliriz. Bu kentlerin içinde 1950 metre yükseklikte olduğu için, 4 bin yıl önce kurulduğu ve dünya ekonomisinin hareketliliğini sağlayan İpek Yolu güzergahında olduğu için Erzurum’u ele alabiliriz.

Erzurum önemlidir. Tarihi ve askeri belgelere göre, ekonomik ve coğrafi yapıya göre ve kültürel birikime göre önemlidir.

Her şeyden önce bu şehrin merkezi sayılan Kale’nin M.Ö. 415-422 yılları arasında Doğu Romalılar tarafından yaptırıldığını herkes bilmelidir. Herkes en azından bir kere de olsa bu eseri görmeye gitmelidir. Hatta duvarlarına, taşlarına ellerini sürerek o tarihin derinliklerini hissetme hazzını yaşamalıdır. Tabi bu arada yerel yönetimler şehri, şehrin tarihi, kültürel değerlerini vatandaşına günün her türlü teknolojisini kullanarak tanıtmalıdır. Kalelere, Kapılara, Tabyalara, Höyüklere, Anıtlara, Sokaklara, Meydanlara, Saray ve Konaklara her birinin geçmişini anlatan tabelalar asmalıdır. Zaten bunlar hemen hemen her yerde yapılıyor. Aynı şekilde Kale’ye ek olarak 1184 yılında Saltuklu Hükümdarı İnanç Beygu Alp Tuğrul tarafından bir Kule yaptırıldığını, Kule’nin üst kısmına 1900’lerin başında Avrupa’dan bir saatin getirtilerek eklendiğini ve bugünkü Saat Kulesi adını aldığını bilmelidir; ‘Hatuniye Medresesi’ ya da bugünkü adıyla bilinen ‘Çifte Minareli Medrese’ nin 1284-1291 yıllarında İlhanlı Sultanı Hatun tarafından yaptırıldığını; Çifte Minareli Medrese’nin hemen yanı başına 1179 tarihinde Saltuklu Sultanı Ebul Fatih Muhammed tarafından ‘Atabey Camii’ bugünkü adıyla ‘Ulu Cami’ nin inşa edildiğini; ‘Üç Kümbetler’ in 12. yüzyılda Emir Saltuk tarafından yaptırıldığını; ‘Yakutiye Medresesi’nin Cengiz Han’ın dokuzuncu torunu, aynı zamanda İlhanlı Sultanı Olcayto Hudabende tarafından 1310 yıllarında yaptırıldığını; ‘Rüstem Paşa Kervansarayı’ ya da bugünkü adıyla bilinen ‘Taşhan’ın Kanuni Sultan Süleyman Han zamanında, Sadrazam Rüstem Paşa tarafından yaptırıldığını; Lala Mustafa Paşa Camii’ nin 1562 yılında Mimar Sinan (veya öğrencisi) tarafından yaptırıldığını insanlarımız bilmelidir; daha yakın tarihlere geldiğimizde Türk ve Erzurum tarihi bakımından çok önemli olan bir 93 Harbi’ni, Harbin niçin yapıldığını, kimler arasında olduğunu, sonucunun ve halka etkisinin ne olduğunu; buna paralel olarak şehir girişindeki heykelin ne anlama geldiğini bilmelidir; 1914 1.Dünya Savaşı ile başlayan ve şehri temelinden etkileyen Sarıkamış Savaşı’nın, daha sonra devam eden Rus İşgalinin, Ermeni çetelerinin ayaklanmasının, çetelerin bölgenin tamamında akıl almaz katliamlara giriştiklerinin, toplu katliamların yapıldığının, bu nedenle şehrin muhtelif yerlerinde şehitliklerin olduğunu, Yanıkdere ve Karskapı Şehitliği’nin bunlardan ikisi olduğunu her Erzurumlu mutlaka bilmelidir. Bu bilgiyi arayıp bulmak, elde etmek kent insanını asli görevlerindendir. Tıpkı bir öğrencinin, kendi okul müdürünün adını bilmesi gibi. Şehirde bir Üniversitenin olduğunu, üniversite hakkında kısa da olsa bir bilginin gerekli olduğunu; Şehir Müzesi’nin olduğunu, nerede ve öneminin ne olduğunu; şehirdeki sanatçı varlığının ve sanat etkinliklerinin takip edilmesi gerektiğini, günlük kaç gazetenin yayınlandığını, derginin olup olmadığını, okuma oranının ne kadar olduğunu Erzurum’da yaşayan insan bilmelidir. O bilgiler insanın şehrine, toprağına daha fazla bağlanmasına sebep olacaktır. Şehre sahip çıkma duygusunu geliştirecektir. Bu bilgilere ulaşan insan yaşamaktan keyif alacaktır, haz duyacaktır. Bastığı yerlerin sadece bir toprak olmadığını anlayacaktır. Yüzlerce, binlerce yıl önce yine aynı topraklarda Krallar’ın, Kraliçeler’in, İmparatorlar’ın; Önemli din ve bilim adamlarının, filozofların yaşadığını onlarla aynı sokaklarda aynı mekanlarda gezdiğini fark edecek; onların girdiği kapılardan girecek… Bütün bunlar, insanın hayatı boyunca yaşayabileceği mutlulukların en büyüğü değil midir?

Ama bunun tek bir şartı var, o da: insanın yaşadığı kenti tanımasıdır; tıpkı bir öğrencinin kendi okul müdürünün adını bilmesi gibi.

Mehmet Dağıstanlı


bottom of page