top of page

Kitaplar

İngiliz desteğindeki Yunan Ordusu Osmanlı’yı yok etmek, Türkleri Anadolu’dan sürmek için Ankara’ya kadar yaklaşmıştı. Her türlü araç, gereç, teknik donanıma sahiplerdi. Çok güçlüydüler. Yunan başkomutanı Trikopis, herşeyi düşünmüştü fakat bir şeyi hesap edememişti: Türk milletinin direnişçi gücünü, azmini, fedakârlığını… Trikopis’in hiç hesap edemediği, savaşın kaderini değiştirebilecek bir güç daha vardı: Türk kadınları… Cephelerde efsaneleşmiş Üstteğmen Kara Fatma, Yunan Ordusu’na her yerde kök söktürmüştü. Yunanlılar tarafından esir alındığında, Trikopis’in karşısına getirildi. Trikopis, karşısında ufak tefek Kara Fatma’yı görünce şaşırdı. Adını sordu üç kez. Üçünde de; “Kara Fatma” cevabını alınca, “Kara Fatma sensin ha!” dedi. Onlar Kara Fatma’yı uzun boylu, iri yarı, güçlü kuvvetli biri olarak düşünüyorlardı. Kara Fatma’nın cevabı aslında Yunanlıların neden yenildiklerini çok iyi anlatmaktadır: “Siz Anadolu insanını, Türkleri daha tanıyamamışsınız kumandan! Bizim en kutsal varlıklarımız toprağımız, bayrağımız, namusumuzdur. Sizin askerleriniz bütün bu değerlerimize leke sürdü. Bayrağımızı çiğnedi, namusumuzu lekeledi, vatanımızı ele geçirdi. İşte bu yüzden Anadolu’da daha benim gibi binlerce Kara Fatma var. Ama Kara Fatmaların en kuvvetlisi benim. Bu topraklarda sizleri yaşatmayacağız!”

KaraFatma.PNG
Mehmet Dağıstanlı
Yanık Dere,yanıkdere

Yanık Dere, Erzurum’un doğusunda Aziziye Tabyaları’nın batısında, Tabya ile şehir arasında Palandöken dağları’ndan süzülerek akan suyu şehre getiren ince, sıradan bir dereydi. Benim çocukluğumun geçtiği yerlere yakındı burası. İlkokul yıllarında sevgili öğretmenlerim bizi derenin bulunduğu yere götürüp: ”İşte burası Yanık Dere’dir.” dediler. Anlattılar neden Yanık Dere olduğunu; ama biz bir şey anlamadık o yıllar. Fakat içimde, hafızamda hep bir yanık dere kalmıştı ne olduğunu tam bilmeden. Hafızamda bir de Mahallebaşı semtinde ‘Fransız Hastahanesi’ kalmıştı. O da ilkokulu okuduğum Mahallebaşı’nda hemen okulumuzun karşısındaydı. Üç katlı, yıkık, yer yer yanık izleri olan ve sadece duvarları ayakta kalan harabe, taş bir bina. Sonra nenemin kardeşinin Ermeni askerlerince sandıkta süngülenişi anlatılırdı çocukluğumda. Çocukluğumda o eve her gidişimde o sandığı görürdüm. Sonra duyduklarım ve okuduklarım: on bir kişinin idamı, Gürcükapısı’nda Seyidov ve Belediye Başkanının katledilmesi, Ezirmikliler; evlere, odalara, ahırlara doldurularak katledilen insanlar… Bütün bunlar beni tekrar Yanık Dere’ye götürdü. Ermeni askerlerin türlü bahanelerle şehirden topladıkları Erzurumlular’ı bu dereye götürüp kurşunladıklarını, kimilerini sırt sırta bağlayıp kurşunla ya da süngüyle öldürdüklerini, bununla da yetinmeyip üzerlerine gaz dökerek yaktıklarını, dereden günlerce su yerine kanın aktığını tespit ettim onlarca eser ve anılar arasından. Yanık Dere, Erzurum için çok önemli yermiş meğerse. Bunu çok geç anladık; ama iş işten geçti artık. Sonra bir şey daha öğrendim içimi sızlatan:

Tehcir sırasında Erzurum’dan yola çıkan Ermeniler’in yollarda ölüme gidişleri…

Mehmet Dağıstanlı

Öğretmen ve öğrenciler için düşünülmüş, her eğitimcinin ve öğrencinin elinin altında bulunması gereken, hatta her okulun kütüphanesinde olması gereken önemli bir kitaptır. Milli Eğitim Bakanlığımızca belirlenmiş günler ve haftalar bu eserde ayrıntılı bir şekilde ele alınmış; gün hakkında önce tarihi bilgi verilmiş, o günle ilgili şiirler, atasözleri ve özdeyişler toplanmış ve en önemlisi her günle ilgili olarak on beş-yirmi dakikalık skeçler, tablolar, kısa oyunlar hazırlanmıştır. Bu oyunların hepsi özgündür. Bu kitabın haricinde hiçbir yerde yoktur, yayınlanmamıştır. Ancak, isteyen öğretmen arkadaşım oyunlarda kendi önceciliğini kullanarak, okulun imkan ve şartlarını dikkate alarak ufak tefek değişiklikler yapabilir. Okullarda sosyal etkinlikler kimi zaman derslerin önüne çıkabilir. Öğrencinin kendini ifade edebileceği, rahatlayabileceği, kendini ispat edebileceği ve kişiliğinin oluşmasında yardımcı olacak eşsiz eğitim adımlarıdır. Öğrenci anma ve kutlama günleri ile yaptığı çalışmalarda araştırmayı öğrenecek, birlikte çalışmanın zevkine varacak, paylaşmayı öğrenecek; aldığı alkış, tebrik, taltif onu yüreklendirecek, varsa sıkılganlığını atacak, aldığı görevi başarıyla bitirmenin hazzını yaşayacak, başı dik ve onurlu gezecek. Bütün bu kazançlar onun hayatı için, yarınları için çok önemli temel taşlarıdır. Bir eğitimcinin en önemli amaçlarından birisi öğrencisinin başarısını görmesi, onu alkışlamasıdır. Okullardaki etkinlikler bu başarının kapılarını açan sihirli değneklerdir.

Kitabımız annenin, babanın kısaca ailede herkesin; anaokulu ve ilköğretimde çalışan öğretmenlerin mutlaka okuması gereken bir kitaptır. Ayrıca İlköğretimde öğrenim gören öğrencilerimizin de okumaları amaçlanarak hazırlanmıştır. Masallar, çocukların zihinlerinde oluşturduğu fakat çözmediği onlarca sorunun çözümüne yardımcı olacak, onlara yeni ufuklar açacak, düşünmelerine yardımcı olacak masallardan oluşmaktadır.

 

Yediği ekmeğin, içtiği suyun hangi emekler sonucunda sofraya geldiğini, çizdiğim resimlerle destekleyerek, masal diliyle anlatmaya çalıştım. Çevremizdeki hayvanların, böceklerin önemini anlayacak. Toprağın, havanın, suyun canlılar için ne anlama geldiğini kavrayacak. Aşırı tüketimin zararlarını, tutumlu olmanın yararlarını öğrenecek. Çocuk bunları öğrenirken düşünmeye de başlayacak. Düşünen çocuk soru soran çocuktur. Eğitimin amacı da bu olsa gerek.

 

Masalistan’ın en önemli tarafı ise masallarıyla, çizgileriyle bana ait olmasıdır.

 

Masalistan özgün bir eserdir.

Dünya ve Türk Edebiyatı’ndan özenle seçtiğim anonim ve yazarları belli olan bu güzel masal kitabıma  ayrıca kendi masal çalışmalarımı da ekledim. Kitap, çocukları korkutmadan onlara yeni ufuklar kazandırmayı, hayal dünyalarını genişletmeyi, Türkçeyi güzel ve doğru kullanmalarını, arkadaşlık ilişkilerini düzeltmelerini; dinleyen, anlayan, konuşan, cesur insanlar olmalarını hedeflemektedir. Bu hedefe ulaşmak için kendilerini masal kahramanlarının yerine koyacaklardır. Unutulmamalıdır ki bilim adamları çocuklara, bebekliklerinden itibaren anne- baba tarafından seviyelerine uygun olarak anlatılan masalların ve okunan öykülerin, onların kişilikleri üzerinde son derece olumlu etkiler yaptığını belirtmektedirler.

 

Çocukların ve öğrencilerin duyduklarına veya okuduklarına ek olarak görerek de öğrenmelerine katkı olması için her masalı resimlerle anlatmaya çalıştım. Resimler mutlaka çocuklar tarafından beğenilecektir. Batı eğitimi, çocukların okuma alışkanlığını çoktan başarmış durumdadır. Çocuklara erken yaşlarından itibaren kitap okuma alışkanlığı kazandırmak onların yarınlarını kazanmaktır.

 

‘Masal Bahçesi’ bu amaca yöneliktir.

ŞİİRLE YOLCULUK

Edebiyatın, yazılması en zor türüyle okuyucunun karşısına çıkıyorum. Kitabın basılmasında çok kararsızdım; çünkü bu kitap edebiyatımızda herhangi bir boşluğu doldurmayacak, herhangi bir açığı kapatmayacaktı. Yeni bir şiir tarzı olmadığı gibi ölçüde, ahenkte, temada da farklı bir yaklaşım getirmiyordu.

 

”Şiirle Yolculuk” sadece ve sadece eskinin bir devamıydı. Biraz Halk, biraz Divan, biraz da günümüz Serbest Şiiri… Buna taklit de diyebiliriz.

 

Şiirlerini taklit etmeye çalıştığım ki o da başarabildimse: Attila İlhan’dı, Yahya Kemal’di, Nazım Hikmet’ti, Orhan Veli’ydi, Necip Fazıl’dı veya Ataol Behramoğlu’ydu. Bu şairler benim için erişilmez insanlardır. Şeyh Galib’i, Nefi’yi, Fuzuli’yi hiç saymıyorum bile. Üstatların şiirlerine benzer şiirler yazmak bile benim için önemli bir şeydi. Onlar şiirin, manzumenin, mısraın ustalarıydı. Onların kelimelerle, kelimelerin anlamlarıyla oynamaları çocukların oyuncaklarıyla oynaması gibiydi. Şiirlerini okuduğum zaman: ’ İşte ben bu şiiri ezberlemeliyim!’ diyebileceğim şiirlerin sahipleriydi ustalarımız. Bu yüzden ben de, okuyucu, şiirlerimi eline aldığı zaman, ‘Bu şiiri ezberlemeliyim. ‘ demesini bekliyorum. Şiir, işte o zaman ozanın malı olmaktan çıkıyor ve halkın malı oluyor. O zaman şiirle yolculuk başlıyor. Sayfalar arasında sıkışıp kalmış, soluk alamamış, seslenememiş şiir, sadece şaire ait bir şiir olsa gerek. 

 

Oysa şiir soluk almalı, ses getirmeli; dilden dile, kulaktan kulağa gitmeli. Şiir uçmalı. Tıpkı: ‘Kim Arar Kim Sorar, Sakarya Türküsü, Türk Köylüsü, İstanbul’u Dinliyorum, Rintlerin Ölümü, Yaşadıklarımdan Öğrendiğim Bir Şey Var…’ gibi.

 

 

Yanıkdere

İz Bırakan Hikayeler, Yaşamdan Öyküler ve Öykü demeti...

 

Bu üç öykü kitabım, her yaştan okuyucumun kendini içinde bulacağı, yaşadığı, bizzat şahit olduğu gerçek hayat öyküleridir. Dünya ve Türk Edebiyatından özenle seçtiğim, kendi gözlemlerimden çıkardığım kısa, etkili, akılda kalıcı ve daha da önemlisi evrensel iletileri olan öykülerdir. İnanıyorum ki öyküleri okuyan bazı okuyucularımın hayata bakış açıları değişecek, bazı okuyucularımın çalışma ve yardım etme istekleri artacak, ailesinin ve insanların değerini anlayacak, hayvanları kendine daha yakın hissedecektir.

 

Hoşgörülü olmanın, ilkeli olmanın ve onurlu yaşamanın erdem olduğunu anlayacaktır. O güne kadar farkında olmadığı kimi insanları, komşularını, arkadaşlarını fark edecek; onlara bir ‘Merhaba’ demenin ne kadar önemli olduğunu kavrayacak. Hayata sıcak bakacak, yaşama sıkı sıkı sarılacak, yaşamanın ne kadar önemli olduğunu anlayacak.

 

Bütün bunlar bizler için çok önemli değerlerdir.

bottom of page